Erol Karayel

ÇANAKKALE SAVAŞLARININ YILDÖNÜMÜ: DENİZDE ZAFER, KARADA FELAKET YAŞANDI.

               EROL KARAYEL

18 Mart tarihi, “Çanakkale Şehitleri ve Zaferini Anma Günü“ başlığıyla kutlanıyor. Buradaki “zafer“ terimi sadece deniz savaşlarını ifade ediyorsa doğrudur; karadakiler dahil tüm Çanakkale muharebeleri kast ediliyor ise yanlıştır.

Çanakkale muharebelerini Kemalist perspektiften ve övgü çıkarmaya odaklı bir paradigmayla ele alarak gün gün anlatan 1500 sayfa hacmindeki dört cilt kitabı yeni bitirdim. Bilgiler belli bir ön kabulle seçilmiş olmasına rağmen, olayların akışını dikkatle takip ettiğinizde, yapılan kara savaşlarında Anadolu evlatlarının nasıl pisipisine kırdırıldığını görüp de kahrolmamanız mümkün değil.

Okumayı pek sevmiyoruz, bu sebeple 18 Mart’ın 116. Yıldönümünü bahane ederek tarihin bu kesitinde yaşananlara hızlıca göz atıp, sahte zaferler üzerinden pazarlanan sahte kahramanlara karşı dikkatli olunmasını tavsiye edeceğim.  Ancak yaşananları tam anlayabilmemiz için Çanakkale’ye kadar olan tarihi süreçleri satır başlarıyla da olsa bilmekte fayda olduğu düşüncesiyle önce kısa bir özet yapacağım.

***

Osmanlı Devleti, 1700’lü yıllardan itibaren duraklama ve akabinde çöküş sürecine girmişti. Bu süreç, alınan yenilgilerle önceleri toprak kayıplarına, bilahare ekonomik ve mali sıkıntılara sebep oldu. Okurlarımızı ilgilendirdiği için belirtelim ki, 1,5 milyon civarında Çerkes de işte bu çöküş sürecinde, 1800’lü yılların 3. çeyreğinde Osmanlı’ya transfer oldu.

1800’lü yılların son çeyreğine gelindiğinde sadece siyasi veya ekonomik alanda değil, her alanda itibarını kaybetme sürecine giren bir Osmanlı Devleti vardı ve rakipleri artık topraklarının nasıl paylaşılacağını konuşuyordu. Avrupa’da Osmanlı Devleti’nin “Hasta Adam” kimliği tescillenmiş ve ikili veya çoklu, açık veya gizli olarak yapılan bütün bir araya gelişlerin ilk gündemi “bu pastanın nasıl paylaşılacağı” olmaktaydı.

İngiltere Doğudaki sömürgeleriyle bağını koruyacağı Basra Körfezi, Süveyş Kanalı, Mısır ve Filistin’i ele geçirmeyi;

Rusya Doğu Anadolu’dan İskenderun’a inmeyi ve Boğazları kontrol etmeyi;

Fransa Lübnan, Suriye ve Klikya’ya hükmetmeyi hesap ediyordu.

Osmanlıyla iyi ilişkileri olan Almanya ise Anadolu üzerinden Asya’ya açılmanın hesapları içindeydi.

Öte yandan Osmanlı hakimiyetindeki etnik gruplar da özerklik veya bağımsızlık kazanmak için harekete geçmişlerdi.

***

Osmanlı Devleti kendi iç sorunlarıyla baş etmeye çalışırken, İngiltere ve Rusya’nın desteğini alan İtalya da yağmadan pay kapma hevesine kapılarak Trablusgarp’ı istemiş ve Osmanlı Devleti’ne 29 Eylül 1912 tarihinde savaş ilan etmişti.  Bunu fırsat bilen Balkan devletleri Sırbistan, Karadağ, Yunanistan ve Bulgaristan, Rusya’nın desteğiyle bir araya geldi ve 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

İki cephede savaşı göze alamayan Osmanlı, Uşi Anlaşması’yla Trablusgarb’ı İtalyanlara terk ederek o cepheyi kapattı.

Ardından Balkanlar‘da giriştiği savaşta başarılı olamayarak iki ay içinde büyük bir bozguna uğradı; öyle ki Bulgar Ordusu Çatalca önlerinde zorlukla durdurulabildi.

Fakat hemen sonrasında Balkan İttifakını oluşturan ülkelerin kendi aralarında çatışmaya girmesiyle başlayan 2. Balkan Harbi’nde Edirne’ye kadar olan sınırlar zar zor kurtarılabildi.

Bu savaşlarda Osmanlı 600 binin üzerinde asker kaybederken, 1 milyona yakın insan da göçmen olarak Anadolu topraklarına aktı.

***

Bu dönemde Osmanlı Ordusu siyaset batağının içinde debeleniyordu. Öyle ki “İttihatçı-Halaskar” şeklinde ayrı ayrı partilere mensup subaylar, cephede düşman karşısında yanındaki bir başka partiye mensup subaya yardım etmemiş; birbirlerinin sonunu, daha doğrusu ordunun ve hatta koca İmparatorluğun tükenişini elleriyle hazırlamışlardı.

Ortada Osmanlı Ordusu diye bir şey yoktu ve arta kalanlar da perişan vaziyetteydi.

Öyle ki 1913 Ekim’inde Balkan savaş alanlarını gezen İngiliz Generali Henry Wilson hazırladığı rapora bir gözlem olarak, “Artık Türk ordusu çağdaş anlamda bir ordu olma niteliğini kaybetmiştir” notunu düşüyordu.

***

Osmanlı yönetimi ordunun ıslah çaresini, 80 yıldır yakın ilişkide olduğu ve pek çok subayına okullarında eğitim aldırdığı Almanlara teslim etmekte buldu.

14 Aralık 1913 tarihinde Alman Askeri Islah Heyeti Başkanı Liman von Sanders 42 subayla birlikte İstanbul’a geldi.

Bu arada Alman tezgahında yetişen ve saraya damat olan Enver Bey de 6 Ocak 1914’de 33 yaşında Harbiye Nazırı vekili oldu.

1914 yılı Mayısında Alman Genelkurmay Başkanı Orgeneral Moltke’nin değerlendirmesi, “Türk ordusu tamamen değersizdir. Silahları yok, cephanesi yok, elbiseleri yok. Subay karıları sokaklarda dileniyor” şeklindedir.

***

2. Balkan Savaşı sonunda 13 Mart 1914 tarihinde imzalanan İstanbul Antlaşması henüz tam olarak yürürlüğe giremeden bu defa da Avrupa’da yeni bir savaş çığırtkanlığı başladı.

Balkan Savaşı’nda bozguna uğrayarak Payitaht‘ı zor kurtaran Osmanlı Devleti, Alman bağlısı Enver Paşa’nın hırsı ve ahmaklığı sebebiyle bu sefer de 1914 yılında başlayan 1. Dünya Savaşı’na girmek durumunda kaldı.

Osmanlı Devleti 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile gizli bir antlaşma yaptı. Bu antlaşma gereğince Almanya, Rusya ile savaşa girerse Osmanlı Devleti Almanya’nın yanında yer alacak; Osmanlı Devleti bir saldırıya uğrarsa da Almanya silahlı yardım yapacaktı.

Enver Paşa ayrıca, Türk komutanlara haber vermeden, Alman Genelkurmayı ile savaş planının yürütülmesi konusunda gizli bir anlaşmaya daha vardı. Bu anlaşmanın birinci maddesinde şu yazılıydı: “Osmanlı Filosu, savaş ilan etmeksizin Karadeniz’deki Rus filosunu batıracak ve deniz hâkimiyetini sağlayacaktır.” Bu konuda harekete geçme zamanı ise Alman komutanlığına bırakılıyordu.

Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti, 28 Temmuz 1914 tarihinde başlamış olan ve yıldırım hızıyla devam eden 1. Dünya Savaşı’nda yerini Almanya’nın yanında belirlemiş oluyordu. Ama bu dünyaya ilan edilmedi ve tarafsız görüntüsü verilmeye devam edildi.

***

Bu arada Akdeniz’de seyir halinde bulunan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi İngiltere savaş gemilerinin takibinden kurtularak -tam da Osmanlı’nın Almanya ile gizli antlaşma imzaladığı günün hemen ertesinde (3 Ağustos)- rotalarını Çanakkale’ye çevirdi ve 10 Ağustos’ta Çanakkale Boğazı önlerine gelerek Osmanlı Devleti’nden sığınma talebinde bulundu. Bu talep hemen kabul edildi. Goeben ve Breslau’yu kovalayan İngiliz Filosu ise 18 Ağustos’ta Boğaz açıklarına ulaştı ancak onlara Boğaz’a giriş izni verilmedi.

Osmanlı Devleti sonrasında 11 Ağustos günü Goeben ve Breslau gemilerini satın aldığını, isimlerini Yavuz ve Midilli olarak değiştirdiğini duyurdu.

Osmanlıyla henüz savaş ilan edilmemiş olmasına rağmen İtilaf Devletleri Akdeniz’de kaçak dolaşan bazı Avusturya gemilerinin İstanbul’a sığınmalarını engelleme gerekçesiyle 26 Eylül 1914 tarihinde Çanakkale Boğazı’nı abluka altına aldı.

***

27 Ekim günü Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın emriyle başında Alman komutanların olduğu 11 parça gemiden oluşan Osmanlı donanması Karadeniz’e çıktı ve Rusya’nın Odessa, Sivastopol ve Feodosya, Novorossisk gibi bazı limanlarını bombaladı.

Bunun üzerine Rusya savaş ilan etmeyi dahi beklemeden 31 Ekim’de Doğu Beyazıt’tan hududu geçerek saldırıya başladı.

1 Kasım’da da İngilizler Basra Körfezi’ne girdi ve Osmanlı böylece fiilen dünya savaşının bir parçası ve İtilaf Devletlerinin hedefi olmuş oldu.

3 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da da Fransa ve İngiltere Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti.

Almanya’nın baskısıyla 14 Kasım günü “Cihad-ı Mukaddes” (Kutsal Savaş) fetvası yayınladı ve Osmanlı Devleti tüm İtilaf Devletleri’ne savaş ilan ederek harbe resmen katılmış oldu.

***

Osmanlı Devleti savaş ilanını müteakip Kafkaslar, Irak, Sina-Filistin, Hicaz, Asir, Yemen, Mısır, Süveyş Kanalı ve nihayet Çanakkale’de sıcak çatışmalara girdi.

25 Kasım 1914 günü Churchill bu defa Mısır’ı savunmanın en iyi yolunun Gelibolu Yarımadası’na saldırmak olduğunu belirten şöyle bir konuşma yaptı:

“İstanbul Beyler, İstanbul! İşte bütün bu savaşın kilidini çözecek sihirli kelime, gizemli şehir. İstanbul’u ele geçirmek demek; Süveyş, Filistin, Hicaz, Yemen gibi yerlerdeki Osmanlı ordusunun baskısını güçsüzleştirmek demek. İstanbul’u ele geçirmek, Padişah’ın elimize geçmesi demek. Bu nedenle önce Çanakkale Boğazı’nı ele geçireceğiz. Oradan da ver elini İstanbul! Kader Fatih Sultan Mehmet’e bir devri açmayı bağışladı; bize de o devri kapatmayı!”

***

Savaş İngilizler’e aradığı fırsatı verdi. “Türk lokumları bizim olacak! Türkleri yalnız İstanbul’dan değil, Anadolu’dan da söküp atacağız! İki hafta sonra İstanbul’dayız!” şarkıları eşliğinde Çanakkale Boğazı’nı geçmenin planlarını yapmaya başladılar.

Ve nihayet 28 Ocak 1915 tarihinde toplanan İngiliz Savaş Konseyi’nde, yalnız donanmayla ve mümkün olan süratle son hedefi İstanbul olan bir taarruz yapılması ve bu taarruz tarihinin de 19 Şubat 1915 olması kararlaştırıldı. Anılan tarihte sekiz İngiliz ve dört Fransız savaş gemisi ile boğazın iki yanındaki tabyalar bombalanmaya başlandı. Böylece 295 gün sürecek olan “Çanakkale Muharebeleri” de başlamış oluyordu.

***

Savaşın ilk aşaması İtilaf devletlerinin gemilerle boğazı geçmeye çalışmaları şeklinde oldu ve boğazın iki tarafından yapılan top atışları ve döşenen deniz mayınları ile düşman ordularına büyük zayiatlar verdirildi. Bu deniz savaşı 18 Mart 1915 tarihinde Osmanlı Ordusu’nun kesin zaferiyle sonuçlandı.

Evet bu bir zaferdi.

***

İtilaf devletleri, Çanakkale Boğazı‘nı geçip, gemilerini İstanbul önlerine çekmeye ve namlularının gücüyle başkenti kontrol altına almaya kararlıydı. Gemilerin Çanakkale Boğazı‘ndan geçiş güvenliğini sağlamak için Gelibolu’yu işgal etmeye karar verdiler. Böylece Çanakkale savaşlarının ikinci safhası olan kara savaşları başladı.

***

25 Nisan gecesi Arıburnu’ndan karaya asker çıkarma operasyonu başlattılar. Türk gözetleme birliği durumu fark etti ve derhal 2. Tabur Komutanı Binbaşı İsmet Bey’e bildirdi. Binbaşı İsmet Bey bu bilgiyi aldıktan sonra, “telaşa gerek olmadığını, çıkarmanın olsa olsa Kabatepe’ye olacağını” bildirerek, sadece bu gemileri gözetlemeye devam edilmesini emretti. Sabah saatlerinde İnönü’nün yanıldığı ortaya çıktığında Anzak askerleri de Arıburnu’na çıktı ve 15 bin askerle karada tutunmayı başardı. Bu mevcut ertesi sabaha kadar 25 bine ulaştı.

Aynı şekilde güney cephede Seddül Bahir bölgesinde de 17 bin İngiliz askeri karaya çıkarak tutunmayı başardı.

Her iki cephede de karşılıklı siperler kazıldı. Arası yer yer 15-20 metreye kadar düşen siper savaşları İtilaf kuvvetlerinin aynı yılın sonunda Çanakkale’den tamamıyla çekilmesine kadar sürdü.

***

Vatan savunması elbette mukaddestir. Ama binlerce insanı, sonuç alınamayacağı belli olan makinalı tüfek ateşinin üstüne art arta sürmenin vatan sevgisiyle bir ilgisi yoktur. Çanakkale’de olan ise tam olarak budur. Kilometrelerce yolu yürüyerek gelmiş, cepheyi henüz tanımayan yorgun askerleri hemen aynı gece mitralyözlerin üzerine sürerek kırdıranlara hiç hesap sorulmadığı gibi aksine bir de kahraman ilan edilmişlerdir.

Hücum emri verdikleri gece 5000 kişi, ertesi gece 9000 kişi, sonraki gece 7000 kişi… şehid edilerek, böyle böyle memleketin kreması 250 bin kişi kırdırılmıştır. Cephede takılıp kalan ve kendileri de çok zayiat veren İtilaf askerlerinin geri çekilmesiyle de zafer ilan edildi.

Böyle zafer olmaz!

Buna olsa olsa Pyrus Zaferi denir ki Enver Paşa’dan başlamak üzere Alman ve Türk tüm cephe komutanları için bu zafer filan değil, olsa olsa bir yüz karasıdır.

Nitekim, kendi aralarındaki anlaşmazlıklar, ihtiraslar, komuta yetersizlikleri sonucu Anadolu evlatlarını bile bile ölüme göndermişlerdir. İttihat ve Terakki döneminde bütün cephelerde yaşanan benzer başarısızlıklar sonucu koca bir devlet yıkılmış; bilahare başlatılan Milli Mücadele‘de savaşacak insan bulmakta zorlanılmıştır.

Onun için bu zafer pazarlamalarından artık vaz geçilmelidir.

Ben komutanlarının hiç birine başarı payesi çıkartmadan, Çanakkale’de Allah rızası için savaşıp canını veren tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum.

***

Çanakkale’de Osmanlı coğrafyasının bütün halkları savaştı ve şehidler verdi. Tabii ki Çerkesler de aynı şekilde. Bu şehitlerden birisi de Çerkes Müşir Deli Fuat Paşa’nın oğluydu.

Müşir Deli Fuad Paşa, Balkan Savaşları sırasında 77 yaşında olmasına rağmen görev istemiş fakat yaşı gerekçe gösterilerek kabul edilmemişti.

1912’nin Aralık ayında Çatalca’ya vardığı sırada oğlu Said Fuad Bey’in şehit olduğunu öğrendi.

Ocak 1913’te ise diğer oğlu Reşit Fuad Bey şehit oldu.

Ancak Deli Fuad Paşa’nın evlat acısı bitmedi; 1915’te de küçük oğlu Teğmen Halil Fuad Bey Çanakkale cephesinde şehit düştü.

4 Haziran 1915’te 3. Kirte Savaşı, düşman gemi ve kara topçusunun yoğun ateşiyle başladığında Fuad Paşa oğlunu toprağa veriyordu. Liman Von Sanders Paşa’nın Emir subayı Binbaşı Erich R. Prigge bu bombardıman başlayınca törende bulunan bütün subayların atlarına atlayıp, görev yerlerine hareket ettiklerini yazıyor. Defin işleminin kalan birkaç askerle tamamlanmış olması çok muhtemeldir. Kim bilir…

Bu duygular içinde, 106. yılında Çanakkale muharebelerinde can veren şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu