Erol Karayel

GELENEKTEN MODERNİTEYE ÇERKESLER

EROL KARAYEL

Alman sosyolog Ferdinand Tönnies (1855-1936), insanların akrabalık ve gelenekle birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu bir toplumsal örgütlenme tipi olan cemaat(topluluk) yapısının, sanayileşme ve bunun sonucu meydana gelen kentleşme ile cemiyete(topluma) evrileceğini söylüyor.

Cemaat, insanların ortak inanç ve değerler etrafında bütünleşmiş olduğu durumu ifade ediyor. Bu toplumsal biçimde grup içi dayanışma ve birbiriyle benzerlik ön plandadır.

    Cemiyet ise insanların sadece bireysel çıkar temelinde bir araya geldikleri bir toplumsal örgütlenme tipidir. Farklılaşma esasına dayanan cemiyette bireysellikler ön plana çıkar. Grubu bir arada tutan şey ortak çıkarlardır. Cemiyet, cemaate göre daha gevşek bir grup yapısını ifade eder.

Alman sosyolog geliştirdiği bu kavramsal temelden hareketle bireyin cemaatten cemiyete, diğer bir deyişle geleneksellikten modernliğe geçişini açıklamaya çalışır. (Kavramın boşlukta kalmaması için Anthony Giddens (1938- )’in moderniteyi var eden unsurların kapitalizm, endütriyalizm ve ulus devletler olduğuna dair ifadesini de buraya not edelim).

Tönnies’in cemaatten cemiyete geçişe dair analizi, Emile Durkheim (1858-1917)’ın organik ve mekanik dayanışma(*) kavramlarıyla dikkat çekici bir benzerlik göstermektedir. Her ikisi de toplumsal değişmenin/gelişmenin cemaatten cemiyete (Tönnies), mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya (Durkheim) doğru olduğunu söyler.

    İkisi de modernliği karakterize eden sürecin cemiyet/organik dayanışma olduğunu ima eder.

***

    Tönnies’ten cemaatten cemiyete dönüşümün sanayileşme ve bunun sonucu meydana gelen kentleşme ile olduğunu öğreniyoruz; peki ama kentlerde ne oluyor da böyle bir dönüşüm gerçekleşiyor?

    Bu sorunun muteber cevaplarından birini Fransa’da sosyoloji alanında sayısız kitap yazarak iz bırakmış bir akademisyen olan Profesör Jean Gabriel Tarde (1843-1904)’da buluyoruz. Tarde toplumu birbirini taklit etmeye eğilimli bir insan topluluğu olarak tanımlıyor. Modern toplumun, bir kişinin düşünce veya davranışının diğer kişiler tarafından taklit edilmesiyle oluştuğunu söylüyor. Yani toplumun ayırt edici özelliğinin taklit olduğunu, taklidin tek başına toplumu inşa ettiğini belirtiyor.

Peki bu taklidin mahiyeti nedir, kim kimi, niçin taklit ediyor?
Gelenekçi toplumlarda taklidin önemli aktörleri soylulardı. Onlar rol modeldi. En son köylerde varlıklarını sürdürdüler. Ama toplumların kentlerde toplanmaya başlamasıyla -bir takım istisnalar olmakla birlikte- onların hükümleri sona erdi ve soyluluk hikayeleri acı-tatlı birer hatıraya dönüştü. Züğürt Ağa filmini seyredenler hatırlayacaktır, şehre gelen ve “Ben ağayım” diyerek kasım kasım kasılan ve hiçbir işe el sürmeden geçinmeye çalışan ağa, çok geçmeden hayatın gerçekleriyle yüzleşip, tek bildiği iş olan çiğ köfte yapıp satarak kent hayatına adapte olmuştu. Kent yerleşimi, -mübalağalı da olsa bu filmdeki örneğe benzer şekilde- köy kökenli soyluları diğer vatandaşlarla eşitlediği gibi, cemaatleri de dağıtıp eriten bir etki üretmektedir.

Demek istediğimiz, moderniteye geçiş ile birlikte geleneksel soylular, taklit üretme kapasitelerini yitirmişlerdir.

***

    Bugünkü modern toplumda taklit alanları veya mekânları olarak büyük kentler ve özellikle başkentler öne çıkmaktadır. Tarde bunu, “modernitede şehirler, özellikle metropoller gerçek iletişimin kurulduğu, taklitlerin gerçekleştiği ve yayıldığı mekânlar haline geldi” sözleriyle ifade ediyor.

Tarde, yeniliklerin tekrar edilmesi (taklit) ve yayılması süreçlerinde kanaat önderleri denilen kilit şahsiyetlere (ki bunlar gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, politikacılar, bilim adamları vb.) başrol vermiştir. Tarde’a göre, rol model olarak kabul edilen bu kilit şahsiyetler, manyetik etki alanı oluşturma gücüne sahip kişi, grup, topluluk veya kurumlardır. Bir toplumda saygın ve etkin konumlarda bulunan ve toplumun eğitim, ekonomi, siyaset, askeriye, din, sanat vb. alanlarıyla ilgili etkinliklerini ve denetimini elinde tutan bu toplumsal seçkinler “kanaat önderleri” ismiyle kavramlaştırılmaktadır.

***

    Bu hatırlatmalardan sonra diaspora Çerkeslerinin toplumsal yapısına göz atabiliriz.

Köylerde yaşarken, -Tönnies’in ölçütleriyle- birincil ilişkiler içinde olan Çerkesler cemaat yapısı arz ediyordu. Köy hayatını yaşayıp, sonrasında iç göç ile kentlere gelen ilk nesiller bu cemaat yapısını şehirlere taşımış ve hayatta oldukları sürece de devam ettirmeye çalışmışlardır. Kurdukları dernekler bu yapının sürmesine önemli destek sağlamıştır. Nitekim bugün de dernekleri ayakta tutan cemaat kültüründe yetişmiş bu köy kökenli nesillerdir.

Ancak acı olan şu ki bu insanların çocuklarının kahir ekseriyeti “cemaat kültüründen” kopmuştur. Çünkü onlar cezbedici çok fazla alternatifle muhataplar ve önlerinde bütün bunları aşacak düzeyde cemaatin değerleriyle öne çıkmış, kimliği temsil eden, öykünecekleri rol modeller yok.  Şehrin renkli ışıkları altında kendilerine sunulan pek çok farklı rol model onların zihinsel dünyasına hakim oluyor ve hızla modernitenin girdabına çekiyor.

Artık küresel bir boyut kazanan modernite bütün toplumsal yapıları kökten değişime; cemaat yapısı arz eden dezavantajlı toplulukları ise doğrudan erimeye/yok oluşa zorluyor. Yirminci yüzyılın en önemli sosyal kuramcılarından biri olan Anthony Giddens, günümüzde küreselleşmenin şekillendirdiği modernitenin radikalleştirilmiş bir aşamasını yaşadığımızı iddia ediyor. Bunu bizler öğütülen cemaat yapıları üzerinden zaten müşahede ediyoruz.

    Peki diaspora Çerkesleri bu çarkın içinden çıkabilir mi?

Modernite süpüren bir güç. Farklı değerlere sahip büyük toplumlar dahi modernitenin değiştirici gücü karşısında ciddi mevziler kaybediyor. Çerkeslerin bugünkü mevcut hallerine bakarak gelecekleri için iyimser olmak pek mümkün değil. Ancak toplum bilinçli ve kararlı bir hale getirilebilir, hızla bazı tedbirler alınabilirse, nereye evrileceği bilinmeyen bu süreçten en az hasarla çıkmak pek alâ mümkün olabilir. Ancak bu konuda kolektif irade geliştirmek,reel zeminde ciddiyetle çalışmak ve kararlılık göstermek şart.

Çeşitli tedbirler önerilebilir, ancak ilk önce müdafaa cephelerini kurmak gerekir. Bizim fikrimize göre Çerkesler için en acil ve can alıcı iş atomize vaziyette yaşanan şehirlerde kendi toplu yerleşim alanlarını inşa etmeleridir. Diaspora nüfusunun yoğun olduğu bütün şehirlerde en az 1500-2000 konutluk siteler kurup kendi yaşam adalarını oluşturmaları ve buralarda bilinçli bir takım programları hayata geçirmeleri gerekir. En az 1500-2000 konut dememizin sebebi o yerleşim yerinde, sitede bir ilkokulu dolduracak kadar çocuğun da olabilmesi içindir. Çünkü geleceği sırtlayacak olanlar onlardır ve onların yüksek bir bilinç ve özenli bir eğitim & terbiye ile yetişmeleri gerekir. Böylece nüfusun hiç olmazsa bir kısmı gelecekte değerlerimizi koruma ve sürdürme imkânı elde edebilecektir.

***

    Konu uzun, önemli ve pek çok bağlantı içeriyor. Hepsine temas etmek mümkü değil tabii ki.
Fakat azdan çok anlamak lazım deyip şimdilik burada noktalayalım.

***

    Toplumumuza farklı perspektiflerden bakmaya devam edeceğiz.

———————————-
    (*) Mekanik dayanışma, benzeşmeye dayalı, işbölümünün oldukça sınırlı olduğu ve farklılaşmanın olmadığı toplumlardaki düzeni; Organik dayanışma farklılaşmaya dayalı, işbölümünün ve toplumsal farklılaşmanın yoğun olduğu toplumlardaki düzeni ifade eder.

     Kaynakça:
– Prof. Dr. Enes KABAKCI, Sosyoloji Tarihi-2, İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Yayını, İstanbul-2021, s. 26
– Murat S. ÇEBİ, Yeniliklerin Yayılmasında Sosyal Taklidin ve Kanaat Önderlerinin İşlevsel Önemi: Gabriel Tarde’ın Sosyal Taklit Teorisi Açısından Bir İnceleme, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Bahar 2012, Ankara.
– Yrd. Doç. Dr. Yunus EMRE, Anthony Giddens ve Uluslararası İlişkiler: Yapılanma, Modernite ve Küreselleşme, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 11, Sayı 44 (Kış 2015)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu